20 Kasım 2015 Cuma

Kİtap Yorumu: Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş -Jose Saramago


Kitabın Adı: Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş
Yazarı: Jose Saramago
Sayfa Sayısı: 208
Yayınevi: Kırmızı Kedi

Adı bilinmeyen bir ülkede, dünya kuruldu kurulalı görülmemiş bir olay gerçekleşir: Ölüm, o güne kadar yerine getirdiği görevinden vazgeçer ve hiç kimse ölmez. Bir anda ülkeye dalga dalga yayılan sevinç çok geçmeden yerini hayal kırıklığı ve kaosa bırakır.
İnsanların ölmemesi zamanın durduğu anlamına gelmemektedir, ezeli bir yaşlılıktır artık onları bekleyen. Hükümetten kiliseye, sağlık kurumlarından ailelere, şirketlerden mafyaya kadar herkes ölümün ortadan kalkmasının getirdiği sonuçlarla mücadele etmek zorundadır. Ancak ölüm, beklenmedik bir kimlikle ve umulmadık duygularla insanların arasına geri döner.
Ölüm ve ölümsüzlük karşısında insanın şaşkınlığını, çelişkili tepkilerini ve ahlaki çöküşünü, edebi, toplumsal ve felsefi anlamda derinlikli bir biçimde işleyen José Saramago, geçici olanla ebedi olanı birbirinden ayıran kısa mesafenin meseli sayılacak Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş'u, başladığı gibi bitiriyor: 
"Ertesi gün hiç kimse ölmedi."

Jose Saramago uzun süredir okumak istediğim ancak bir türlü fırsat bulamadığım bir yazardı. Sonunda fırsat bulup okuyabildim ve keşke bu kadar ertelemeseydim diyorum okumayı. Çünkü bu kitabını çok beğendim. Hani alışveriş yazımda demiştim ya anlatımını roman gibi bekliyordum ama biraz soyuttu falan diye hah işte o soyutluk bir süre sonra roman havasına büründü ve tamamen olay örgüsü oluştu. 


Kitabımız şöyle başlıyor "Ertesi gün kimse ölmedi". Ölümün tamamen ülkenizden yok olduğunu düşünün. Artık kimse ölmüyor, herkes sonsuza kadar yaşayacak heyo yaşasın falan filan ancak durum hiç de öyle değil. Kimsenin ölmemesi ülkeyi karıştırıyor hızla önüne geçilemeyen bir nüfus artışı, devletin yetersizliği, tabir-i caizse merdiven altı şirketle ölüm işine geri dönülme vs. bu saydıklarımın hepsini kitapta görüyoruz. 

Kitap X adlı ülkede geçiyor ve orada ölüm bir sabah aniden yok oluyor. Artık kimse ölmüyor. Ancak insanların sağlık sorunları devam ediyor. Ağır hasta insanlar yataklara mahkum kalıyor, iyileşemeyenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor ve ülkede sağlık sektörü çöküyor. Hastanelerde boş odalar azalıyor, ama insanlar gün geçtikçe artıyor. Bunun üzerine köylerden birindeki fakir ailelerden birisi hasta olan yaşlı babasını ve 7-8 aylık bebeğinin acısına son vermek için onları komşu ülke sınırına götürüyor, çünkü orada ölüm hala yürürlükte. Gerçekten de sınıra gelir gelmez hem babası hem de bebeği vefat ediyor kadıncağız gözü yaşlı köye geri dönüyor. Bu haber kulaktan kulağa yayılıyor ve artık herkes hastalarını komşu ülkelerin sınırlarına götürüyor. Halk da bu işi yapması için "Maphia" adı altında toplanan bir örgütten yardım alıyor. Bunu duyan devlet adamları ilk başta yasal olmadığı için karşı çıksa da sonradan bu işi meşrulaştırıp normal bir iş haline getiriyorlar. 

Sonra bir sabah tekrar ansızın ölüm tekrar işlemeye başlıyor. Medyadan sorumlu başkana Eflatun renkli bir zarf geliyor ölüm adına imzalanmış. Ölüm orada tekrar geldim ben diyor kısaca. Ve sonra olaylar gerçekleşiyor.....


 Şimdi kurgu birazcık kafanızda canlansın diye kendi cümlelerimle kitabı azcık da ben anlattım sizlere. Öncelikle kitapta diyalog yok. Var ama şu şekilde "Nasılsın, iyiyim sen, sağ ol ben de iyiyim." aynı bu şekilde. Hatta yazarımız noktalama işaretleri konusunda baya cimri zira sadece virgül kullanmış. Çok az da nokta. Kitap sadece paragraflardan oluşuyor yani. Hayıır bunu dedim diye hemen yüzünüzü buruşturmayın çünkü sıkıcı bir kitap değil. Pekala başlarda yadırgıyorsunuz ama bir süre sonra yazarın üslubu ve dili sizi içine çekiyor, tüm o noktalama şeylerini unutuyorsunuz. Zaten sonradan yazar hakkında araştırma yaptığımda yazarın sadece nokta ve virgül kullandığını öğrendim.

Kitapta 120. sayfadan sonra ölüm tarafından okuyoruz. Hayır ölüm anlatmıyor ama onun tarafından okuyoruz. Yazarın çok muzip bir anlatımı var :D ölüm ve tırpanı arasında geçen diyalogları büyük bir keyifle okudum. Ayrıca yazarımız kitapta ölüm hakkında şöyle bahsediyor "Çarşafa bürünmüş bir iskelet olduğunu ve sorulara cevap vermeyen eski ve paslı bir tırpanla birlikte soğuk bir salonda yaşadığını biliyoruz" Gaddarca mı olacak bilmiyorum ama itapta en çok ölümü sevdim. Kurduğu cümleler çok hicivliydi. Tebessüm ederken bir yandan da düşündüm durdum. 


Şimdi öyle bir noktaya geldim ki burdan sonrasını söylersem kitabın tüm büyüsü bozulacaktır. Çünkü sonunda sürpriz bir takım olaylar gelişiyor :):):) Ama kitapta güldürerek hükümet eleştirilmiş, halk eleştirilmiş, sonsuzluktan korkan aynı zamanda ölmek istemeyen insanlar anlatılmış. Gerçekten beğenerek okuduğum bir kitap oldu :') Lütfen uzun paragraflar ve noktalama işaretlerinin olmayışı sizleri korkutmasın, biraz okumaya başlayın içine çekecektir sizi. 

Herkese iyi okumalaaaaar!









2 yorum:

  1. Yine, çok, çok ilgi çekici bir kitap hakkında yazı yazmışsın Atlantisli. Arşivine gittikçe hayran kalıyorum. o.o Kesinlikle insana gel beni oku diyen bir tınısı var konusuyla, adıyla kitabın. ^^ Sayfaya ilk girdiğimde, ne kadar da ilgi çekici bir ismi var, masal gibi dedim ve gerçekten de öyle. Doğrusu aklıma uzun bir vakit önce izlediğim Kamisama no inai nichiyoubi isimli animeyi de getirmedi değil. Onu da seyrederken epey bir etkisinde kalmıştım konusunun; onda da bir gün tanrı’nın Pazar günü çekip gitmesi konu edinilmişti. Tanrının bir Pazar günü dünyadan vazgeçmesiyle ölümler durmuş, insanlar ilkten bu duruma sevinmişti, ne vardı ki ölümün olmadığı gibi dünya üzerinde doğumlar da olmamasıyla, insanlar sanki belirli bir zamanda sıkışmış gibi yaşamaya mahkûm olmuştu. Yine de zaman akmaya devam etmeyi sürdürmüş, gün birbirini kovalamış ve insanlar yaşlanmaya devam etmeyi sürdürüken, ölemedikleri için de bu durumun bir lütuftan ziyade lanet olarak görmeye başlamışlardı. Artan hastalıklar, ölemedikleri için bir sürenin ardından çürüyüp yaşamaya devam eden bedenler, etrafta kol gezinmeye başlamasıyla, insanlar tanrıdan yeniden ölümü arzu etmişlerdi. Bunun üzerine tanrı, mezarcı adı verilen, hislerinden ırak, sadece tek bildikleri ölüm zamanı gelip yaşamaya devam eden bir nevi yaşayan ölülerin hayatını alan varlığı dünyaya göndermişti. Kitabında konusunu okuyunca ister istemez aklıma kamisama no inani nichiyoubi geldi. Sanırım insanın aklına “ya olmasaydı” dedirten kavramları getiren türleri seviyorum. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öncelikle yorumun için çok teşekkür ederim River *-* Bahsettiğin animeden hiç haberim yoktu, baya ilgi çekici görünüyor sanırım bi göz atacağım *-* Bu kitapta hemen hemen aynı gibiydi. Tek fark nüfus artışı vardı. Kesinlikkle "ya olmasaydı" temasını ben de çok seviyorum! Bize iyi gibi gelen şeylerin aslında ciddi düşününce o kadar masum olmadığını anlıyoruz. Kitabı okursan bloguna yaz lütfen, görüşlerini çok merak ediyorum :3 Sevgilerlee :3

      Sil

Tasarım: Şevval & Moka