Buraları hala okuyan kalmış mıdır bilmiyorum :')
Aslında ben ara ara uğradım, yazdım yazdım nedendir bilmem hiçbir şey yayınlamadım öylece taslaklara attım her şeyi. taslak, eski türkçede kabaca demekmiş. doğru aslında yazdıklarım da kabacaydı.
en son 2023'te yazmışım, o kadar çok şey oldu ki bu 2 yılda.
Yüksek lisans için; her Türk'ün hayatında bir kez de olsa bahsini açtığı x abiler orada şimdi hayatını yaşıyordur, vaktinde bizim de dedeler gitseydi sohbetlerine mevzu bahis ülkeye taşındım.. evet Almanya.. Hollanda'ya gittiğimde de bir post yazmıştım, o zaman "sorun şehirlerde değildi, biz tam yalandık" diye alıntı yapmışım şimdi büyüdüm ve geliştim, Sokrates'ten alıntı yapacağım.
Sokrates'e birisi için seyahat onu değiştirmedi demişler. O da "Gayet tabii, çünkü kendisini de beraberinde götürdü" demiş.
Ben de kendimi yanımda getirdim. Çok klişe evet insan kendinden kaçamıyor, ülkeyi içinden çıkaramıyor cart curt 50 kez okuduk, duyduk ben bunları yazmaya gelmedim.
Hızlıca özet geçeceğim; 2023'ün ekim ayında yüksek lisans için Almanya'ya taşındım. 3 aylık erasmus maceramı saymazsak aile evinden ilk çıkışım oldu ve 2024'ün mart ayına kadar talihsizlikler peşimi bırakmadı. 3 kez ev değiştirdim, vizem çıkmadı Almanya'da mahsur kaldım herkes iki üç kez Türkiye'ye git gel yapmışken ben bir kez bile dönemedim. Derslerde inanılmaz zorlandım, hem ev arıyordum hem de programa adapte olmaya çalışıyordum ama programı sevmedim, her ama HER Allah'ın günü aptal hissettim, yeme bozukluğu geliştirdim, ergenlikte bile sivilcem çıkmazken yüzüm çok kötü oldu ilaca başladım, stresten regl olamadığım bir zaman oldu, o ara gönül işlerinden de biraz nasibimi aldım şükür kısa sürdü ama o 2 aylık deneyim bana yetti.
Çok fazla insanla tanıştım, sürekli sıfır baştan kendimi birilerine tanıtınca kim olduğumu ben de unuttum açıkçası. Bir süre sonra bu tanışma işi benim kendimle tanışma macerama dönüştü. Tanıştığım her insanda biraz da kendimi aradım. Hiç girmeyeceğim ortamlara girdim, prestijli şirketlerde çalışan insanlarla tanıştım, saygın akademisyenlerle aynı ortamlarda bulundum, lisansta hayal bile edemeyeceğim enstitülerin bahçesinde çay içme gibi günlük aktiviteler yaptım ama bunların hiçbiri beni tatmin veya mutlu etmedi. Çünkü en temel ihtiyaç olan BARINMA sorunuyla karşı karşıyaydım, her gün 5-6 ev görüşmesine gidip bu belirsizlikle savaşırken bitkilerin zihni var mıdır gibi suya sabuna dokunmayan felsefi konularda makale yazmak çok ağırıma gidiyordu. (Akademiden bütünüyle soğudum, yüksek kesime hitap eden, sadece yayın çıksın diye yapılan -mış gibi araştırmalardan çOK bunaldım. Hala da böyle düşünüyorum. Neyse bu başka bir yayının konusu olsun.)
Ben bu şekilde yarım yılın sonunda ev buldum ve Maslow'un ihtiyaçlar üçgeninde ikinci basamağa geçtim. Bir yandan da çalışmaya çalışıyordum, sonra staj yapmaya başladım ve bir işe daha girdim. Temmuz-Ağustos-Eylül-Ekim bu şekilde geçti. Kasım gibi dünyanın yoğunluğu omuzlarımdan bastırmaya başladı hem de çok fazla. Her şey bana aşırı duyu yüklemesi yapıyordu, sosyal medyaları kapadım, müzik dinlemeyi bıraktım, kimseyle konuşmadım doğru düzgün. Arkadaşlarımdan rica ettim bana hiçbir link atmasınlar, artık hiçbir şey bakmak görmek istemeyen bir hale geldim. Zaten beynim çok meşgul, üstüne bir de sanal uyaranlar ciddi anlamda fiziksel olarak midemi bulandırmaya başlamıştı. Aralık gibi tamamen inzivaya çekildim ve o zamandır hiçbir sosyal medya kullanmıyorum günlerim okul, iş ve tefekkür ile geçiyor.
Dün Kuyucaklı Yusuf okuyordum ve şu alıntıya denk gelip bir süre düşündüm;
“Saadet, hayatı olduğu gibi kabul etmektir... Hayatı olduğu gibi kabul etmeli ve ona ne bir şey ilave etmeli, ne de ondan bir şey eksiltmeli. Bazı şeyler vardır, canımızı sıkar; "Bu neden böyle? Böyle şeyleri dünyadan kaldırmalı!" deriz. Bazı şeyler de mevcut değildir. İçimizden, bunların olmasını ister, hatta bu uğurda çalışırız. İkisi de saçma ve faydasızdır. İnsan dediğin mahluk hiçbir şeyi değiştiremez. Bunun için, gönlünün rahat olmasın istersen, gördüğün fenalıkların bile bir hikmeti olduğunu düşün ve yeryüzünde olmayan iyilikleri oraya getirmek sevdasına kapılma... Sonra en mühimi: Kendini halinden şikayet etmeye alıştırma! Ömrünün sonuna kadar dövünsen de bu hayatın cefası tükenmez; kendine etmiş olursun.”
Ben de bir süredir bu şekilde yaşıyorum, hiçbir şey ilave etmeye çalışmadan ve mevcut şeyleri eksiltmeden. Sadece kalp ferahlığı için dua ediyorum.
2025 Şubat itibariyle; çok şükür artık kalıcı bir yerim var, sadece iki işte birden çalışıyorum, geçen sene berbat geçen derslerimden birinin sınavına tekrar girdim, cildim toparladı, alanımı (cognitive neuroscience) hala sevmiyorum. Diğer insanlarda rahatsız olduğum şeyler vasıtasıyla kendimi biraz daha iyi tanır oldum. Dünya işleri beni hala huzursuz etmeye devam ediyor.
Sevgilerle.